Doğu Ekspresi


Seviyordum trenleri, içinde ayrı dışında ayrı duygular yaşıyordum. Konyadaki okulumu bitirip  yeni bir üniversite için Erzincan yolunu tuttum. çokça duyduğum meşhur doğu ekspresine bindim. Defalarca bindim, hiçbirinde de sıkılmadım, usanmadım.  Apayrı bir dünyaydı bu, dışarısı dondurucu soğukken içerisi nasıl bu kadar sıcak olabilirdi? Karayolunun bile zar zor ulaştığı yerlere gidiyorduk. Kurtarıcı gibiydik, her istasyonda manzara aynıydı; herkes trenin uzaklardan gelen inlemesiyle peronda beklemeye koyulmuştu, ağızlardan çıkan buharın karanlıkta kaybolmasına dalmışken tren agır agır durmuştu.  Nasırlı ellerde, içleri organik sebze meyve dolu hasır çantalar asılıydı; evlatlar için özenle hazırlanmıştı. Yol, onlar için bitmeyecek bir öykü olacaktı, emindim.

Camdaki ay yıldızın hemen altına dayardım basımı, takip ederdim kırmızı lokomotifi, kulak verirdim sesine, zorlanıyordu ama belli etmemeye çalışıyor gibiydi, yaslıydı, nice yollardan geçmişti, nice vagonlara önderlik etmiş, kimleri kavuşturmuştu bekleyenlerine. yakıştıramıyordu kendine yorgunlugu.. Havaya bıraktığı siyah dumanın hemen altından geçecektik birazdan. Tünele girince belki kokusunu da alacaktık. Ama hiçbir zaman ulaşamayacaktım ona, sevdiğim yanı da buydu. Hayallerim gibiydi, onlar da cazipti benim için ama ulaşamayacaktım. Ulaşamayacak olmam cazip kılıyordu onları. Herkes gibi beni de ulaşılmaz olan, flu görünen çekiyordu. Düşünüyordum, basımı dayadığım camın titresimi beynimin en ücra kösesine ulaşmıştı ilk hareket ettiğimiz anı hatırladığımda. Kapılar kapanacak, uzaklaşacaktım sehirlerden, insanlardan. Hersey dışarıda kalacaktı, Tren koparacaktı hayatımdan, bırakacaktı hayallerimle bas basa. 
Özeldim, geçtiğimiz varoş mahallelerde camlardan içeri giren gözler için anlamlı değildim ama özeldim. Sadece hayallerim vardı, onlar koşturmaca içindeydi. onlar islerine gidiyordu, Ben taklamakan çölünde kırmızı koltuğumda oturmuş bira içiyordum; yurtlarından, evlerinden göç etmek zorunda bırakılmış Kazakları izliyorken… Ben afganistanda uykumdan uyanıyordum, penceremin önünde çalınan bir kaval eşliğinde, onlar camasır asıyordu… ben, son siir kitabımı imzalıyordum; gögüsümü öne çıkarıp sırıtarak, onlar sürülerini yaymışlardı.. acaba onlar da hayal kuruyorlar mıydı? Onların kurdukları hayaller nasıldı, ne düşlüyorlardı? Sonra kendi hayallerimi bırakıp onların hayallerine girmek isterdim, giremedim, giremezdim.. beceremezdim. Ben hic inek sağmadım, tezek yakmadım, sabah 5te uyanıp mikro meteor çukurlarının suyla kamufle edilerek tuzak haline geldiği yollarda amelelik yapmaya gitmedim. Yasamadım onların dünyalarında, asla bilemeyecektim onların hayallerini ama  trenden indiğimde onların hayallerini yasıyor olacaktım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder